9 Ocak 2010 Cumartesi

DÜŞ-ÜYORUZ

Herkesi anladığımı z"an"nederdim, hepsi onları anladığımı sanırdı. Onlardan biri anlatmaya başlayınca, ben o olurdum ya da neye ihtiyacı varsa. Bazen 1. sınıf bi oyuncu olduğumu düşünürdüm dinlerken, sonraları aslında anlatılanın ben olduğumu farkettim. Yani anlattıklarında hep bi parça ben vardım ve hep aynı şeyi anlatıyorlardı.

Konuşurken duvarlarını kaldırıyorlardı. Karşımda s"alt" benlikleri vardı, çıplaktılar bi nevi. Dertleri, sıkıntıları farklı olsa da etkileri aynıydı. Belki inanmazsın ama Aysun Kayacı gibi kültürlü bir mankenle dağdaki çobanın s-ıkıntılarının yarattığı etki neredeyse aynıydı.

Ben mi? Ben anlatmadım, anl*atamadım, anlatmadım. Belki d*olmayı b*ekledim bi şeyler anlatmak için o yüzden içime attım belki bunu bi zayıflık olarak gördüm ne de olsa anlatacak ş-eyler demek çaresine bakamadığım yığınla şeyin varlığını kabul etmek demekti. Belki de kendimi anlatmaya korktum, çıplak kalmaya. Açıkçası tam olarak bilmiyorum.

Beni kimsenin dinlemediğini düşünüyorum iki duvar arasına sıkıştığımda, sanki anlatmayan ben değilmişim gibi. Bir kuyu var içine "düş"tüğüm. Taş duvarları var tutunmaya çalıştığım ama kaygan. Dibe vurmaktan korkuyorum. Dibe vurup ölmekten ama aşağı bakınca farkediyorum. Bu kuyunun sonu yok. Rahatlıyorum, ölene kadar düşmeye devam edeceğim. Zaten sonrasında da burada işim yok. Tut(un)maya da çalışmıyorum artık. Nihayet kuyunun ucuna bakıyorum ama kimse yok. Günler haftaları, haftalar ayları kovalıyor, kimse yok. Ben ise düşmeye devam ediyorum. Mevsimler geçiyor. Doğa ölüyor sonra diriliyor küllerinden anka kuşu misali, ateşini güneşten alan. (H)ala kimse yok. Yıllar yılları kovalıyor artık zamanı saymak yerine birşeyler yapmak istiyorum. Zamanı sayacak vaktim yok. Bunları düşünürken bir gölge beliriyor kuyunun ucunda, ne olduğu bile belli olmayan. Vakti, zamanı, ölümü (y)aşamıyorum ansızın. İçimde bir umut doğuyor ama yaşına girmeden ölüyor bizim umut, gölgenin kaybolmasıyla. Unutuyorum küçük umudu, yas tutmaya (v)aktim yok.

Ben düşünürken, düşmeye devam edip, tanıdık bir yüz beliriyor: sevdiğinden dertli; o gidince ben yokluğa alışmadan bir başkası geliyor: patronundan şikayetçi; o gitmeden başka biri geliyor: işsizlikten muzdarip. Farkediyorum ki kuyunun içinde düşmekte olan tek ben değilim. Onlarla ben, yani biz aslında beraber düşüyoruz. Mutlu oluyorum çölde su bulan susuz bedevi misali.
Kuyudakilere bağırıyorum uyarmalıyım onları, “birbirinize sıkı tutunun!”, sanki tutunacak başka bir şey var gibi. Devam ediyorum bağırmaya:


“D-ÜŞÜYORUZ!”

Hiç yorum yok: