15 Ocak 2010 Cuma

Giden Aşk ya da Şey Ufak Bir Şey

Altancan diğer sabahlardan farklı olarak bu sabah erken kalktı. Toplaması gereken eşyaların odanın her tarafına dağılmıştı. Altancan odaya bakınca bu eşyaları toplamanın imkansız olduğunu düşündü. Biraz da haline güldü.

Yarım saat sonra oda neredeyse boştu. Önündeki küçük valiz ise dolu... Az önce bu oda canlıydı, sanki yaşıyordu. Artık ölü, bir ölünün ruhsuz bedeni kadar boş...

Derken arkadaşları uyandı. Altancan'ın gideceğini bildikleri halde gitmeye hazır olduğunu görünce şaşırdılar üstüne hüzün serperek. Berk “Bu kadar mı sıkıldın bizden oğlum” dedi. Acı bi tebessüm hepsinin dudak çizgilerinde belirdi.

Bu sabah kahvaltı hazırlama sırası Berkte'ydi. Oda gerektiği gibi kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Kızarmış patates kokusu eve yayılmıştı bile. Altancan çok özleyeceğinin farkında olduğu bu kokuyu doyasıya içine çekti.

Kahvaltı sofrasında kimse konuşmadı. Yalnız bu bi edep adap gereği değildi, zaten normalde bunlar hiç bi zaman susmazdı. Biri sussa diğerinin konuşacak bir şeyi her zaman olurdu. Sessizliği Altanca bozdu.

Altancan: Ölmedim lan bu ne uslu balkon çocuğuna döndünüz.

Fatih: Düzgün konuş giderayak kırmayayım ağzını.

Berk: Kanka gitmen için hiç bi sebep yok.

Altancan Daha öncede konuştuk bunları hacım tekrar başlamayalım.

Fatih: Ne halin varsa gör göt herif, fizana kadar yolun var.

Altancan: Abicim giderayak kırmayalım birbirimizi, son anlarım burda biraz yüzünüz gülsün. Artık gecenin bi vakti boktan bi şey yüzünden içip içip saçmalayarak kafanızı şişirecek, içkiyi fazla kaçırıp eve kusacak biri yok oğlum artık.

Berk: Tamam tamam sus biraz.

Sabahtan beri sesi çıkmayan Furkan sofradan kalktı. Çok sevdiği pikabına, koleksiyon yaptığı taş plaklardan birini taktı. Bir veda şarkısıydı kulaklarımda can bulan titreşimlerin söylediği.

4 yıl su gibi akıp geçmişti. İlk günlerde birbirini tanımayan bu dört insan şimdi dost, hatta kardeştiler. Altan gizlemeye çalışıp umursamıyormuş gibi görünse de içinde zor geliyordu. Herkesten gizlese de kendinden gizleyemiyordu ve daha ne kadar dayanabileceğini de bilmiyordu.

Salonda vedalaştılar. Furkan kendini tutamış, ağlıyordu. Onun gözlerinden akan yaş Altan'ın yüreğine doluyordu. Herkes şaşkındı. Böyle bi duygu seli kimse beklemiyordu, herkes farkında olsa da bu gerilimin. Altan daha fazla dayanamadı ve kapıya yöneldi hadi allaha ısmarladık diyerek. Bu esnada günler öncesinden yazdığı mektubu ayakkabılıuğın üstünde görünce tarifsiz duyguların içinde buldu kendini.

Kapıdan çıkarken son kez sarıldılar. Sonra kapı kapandı. Kapı kapanırken çıkan ses sanki “gitme!” demişti. Bi aptal olduğunu düşündü. Elini cebine attı ve mektuba dokundu. Tüm yaşananlar gözlerinde canlandı. “Acaba bunu yapmalı mıyım?” diye düşündü. Yaşanmamışların hüznü yüreğine ağır geliyordu ama bunları paylaşmasının getireceği acıyı başkalarına yaşatmakta istemiyordu. Altan adeta kendisiyle savaş veriyordu. Sonunda belki de ilk kez egoist davranmaya karar verdi. Arkada bıraktıklarını değil kendini düşünecekti. Mektubu cebinden çıkardı ve kapı komşuları olan Eylül ve ev arkadaşlarının kapısının altından içeri atmak için kapıya yöneldi. Bu esnada açıldı kapı. Kapıyı açan Eylül'dü. İkisi de şaşırdılar ama özellikle Altan şaşırmıştı. Hem Eylül'ün sade güzelliği hem de elindeki mektupla kapıda kalmak bunda baya etkli olmuştu.

Eylül: Günaydın Altan, hayırdır bu valiz ne?

Altan: Şey bu valiz mi? Şey iş için bi kaç günlüğüne şehir dışına gitmem gerekli de bi isteğiniz var mı hem onu soracaktım hem de bi hoşça kalın diyecektim.

Eylül: Hadi ya, dikkat et o zaman kendine, ayrıca sağol canım bi eksiğimiz yok şükür.

Altan: Tamam o zaman ben gideyim artık yoksa otobüsü kaçıracağım.(Altan içinden”her şey yalan oldu. Bunu da beceremeden gitmekmiş kaderim” diyerek isyan ediyordu.)

Eylül: Hımm peki, o mektup iş davetiyesi sanırım.

Altan: He pardon ya bunu sizin kapıda buldum az daha unutacaktım.(Allah'a şükretti Altan. Bu pek sık olan bir şey değildi.)

Etlül: Allah allah neyin nesi acaba?

Altan: Neyse mektubu al. Ben de gideyim artık. Hadi hoşça kal.

Eylül: Güle güle canım.

Altan bi bilinmeze giderken Eylül merakla mektubu yırttı özen göstermeden. Bir köşeye geçip oturdu ve yavaş yavaş mektubu okumaya başladı.

-------------------------------------------------------------------------------------

Canım arkadaşım Eylül


Seninle ilk tanışmamızı hatırlıyorum. Apartmanın girişinde göz göze gelmiştik. Gözlerinin karası dipsiz kuyu gibi beni içine çekmişti. Birbirimize yol vermeye çalışmıştık gerçi birbirimizin önünü kesmekten başka işe yaramamıştı. Sen gülmüştün. Ben ise senin gülüşüne bitmiştim.

Zamanla arkadaş olmuştuk, ben sana ne hissettiğimi anlayamadan. Beraber daha fazla vakit geçirmeye başladık sonra. Sonra iyi arkadaş olduk. Çok iyi arkadaş olduk. Sevgililerimizden ayrılınca birbirimizi teselli ettik. Film izlemeye gittik beraber, sen korku sevmezdin ama kırmazdın beni. Ben sıkıldığını anlayınca çıkardık filmin ortasında. Sen ne yapıyorsun? Deli misin? Derdin. Bense seni bi köşede bırakır arkama bakmadan giderdim. Ne yapıyor bu adam diye düşünürdün sen. Ben o an vizyonda olan bi romantik komedi filmine bilet alırdım, en yakın seansa. Sen bana deli derdin. Filmden çıkıp eve geldiğimizde sen bana benim kadar iyi bi arkadaşa sahip olduğun için ne kadar mutlu olduğunu söylerdin. Ben cevap veremezdim ama en az senin kadar mutlu olduğum gözlerimden belli olurdu. Sonunda aynı binaya ayrı dairelere geçerdik.

İşte daireye geçtiğimde kendimi odaya kapardım. Kendimi muhakeme ederdim. Genelde küfür ederdim. Kendime bile açıklayamadığım şeyleri düşünmemek içindi belkide küfürlerim.

Geçen gün Taksim'den geldiğimizde yine kendimi attım odama. Bu sefer farklı oldu biliyo musun? Bu sefer başta küfür etmedim. İyice düşündüm. Sana da anlattığım bi kız vardı ya sonraları ayrılmıştık. Saçları seninki gibi olan hani. İşte o kızla ondan sonra sana anlatmadığım diğer kız arkadaşlarım arasında ortak bir yan buldum. Saçları sana benzeyen kızdan ayrıldıktan sonra bulduğum kızın hareketleri, tavırları seni andırıyordu ama onunla da olmadı. Ondan sonrakilerde de hep sana benzer bir yön vardı. Şimdilerde bi kız var flört bakışlarla kaçamak yaptığımız. Onunda gözleri seninkiler gibi ama sanıyorum ki onunda sonu diğerleri gibi olacak.

Sonunda anladım ki ben kiminle tanışsam onda seni aramışım. Bulursam sevdiğim olmuş bulamazsam hayatımın filminde arkadan geçen adam olmuş. İşte o an kendime saygımı yitirdim. Bana yıllardır arkadaşım diyen, dertlerini anlatan kıza aşıktım ben. O bana arkadaşım derken ben ona içten içe sevgili diyormuşum. üç kuruşluk sevincim olmuş senin yüzünü görmek. Sonra bazen acaba sevgililerinden ayrılmanı hiç istedim mi acaba diye düşündüm. Cevabını almadan bi sigara yaktım. Bu kadar kötü olamam diyerek geçiştirdim. Bu kadar kötü değildim de zaten ama tutunacak bir dal ararken boşluğa kulaç atıp daha da düşmek istemedim.

İşte Eylül bu yüzden ben gidiyorum. Senin yanında kalıp hem seni hem kendimi kandırmak istemiyorum artık. Ayrıca senin yanında olmak acı verirdi zaten. Çünkü dedim ya kendime olan saygımı yitirdim. Bunu kazanmam için tek şansım senden kaçmaktı. Belki de en kolay olanıydı bu. Bende kaçtım senden, kolay olanı seçip.

Senden tek ricam beni sakın arama, nolur arama. Kendime olan saygımı kazanmam için arama. Belki bir gün kendimi aşabilirsem umulmadık bi anda kapını çalarım. Ben geldim. O arkadaşın olan Altan derim ama önce buna kendimi tekrar inandırmam lazım.


Ben yokken kendine iyi bak...


Altancan HASCAN

-------------------------------------------------------------------------------------

Eylül ağlıyordu. Aşkın yanından uçup gittiğini düşündükçe. Belkide ne kadar kör olduğuna ağlıyordu belkide istemeden birine verdiği bu acıların farkına vardığı için ama emin olduğum bir şey ağlıyordu.


Not: Son günlerde bundan daha absürtü aklıma gelmedi.

Hiç yorum yok: